top of page

Obsesyonları Anlamak

Obsesif-kompulsif bozukluk (OKB), bir kişinin obsesyonlar ve kompulsiyonlarının varlığıyla temel olarak karakterize edilir. Tanıyı alabilmek için, kişinin bunlardan herhangi birine veya her ikisine de sahip olması gerekir. DSM (diagnostic and statistical manual), obsesyonları "sürekli ve devamlı olarak tecrübe edilen, zorlayıcı ve istenmeyen düşünceleri, dürtüleri veya imgeleri" ve kompülsiyonları "bir obsesyonun varlığına yanıt olarak veya katı bir şekilde uygulanması gereken kurallara göre gerçekleştirilmek üzere bir kişinin kendisini zorlanmış hissettiği tekrarlayan davranışları veya zihinsel eylemleri" olarak tanımlar (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2013, s. 237). Buradaki ilişki, obsesyonların varlığıyla kompulsiyonların ortadan kaldırılmaya çalışılmasıdır.





DSM kriterletine göre obsesyonlar endişe ve sıkıntıya neden olmalı, zaman alıcı olmalı ve kompulsiyonlar o endişeyi azaltmak için var olmalıdır. Ayrıca vücut dismorfik bozukluk, biriktirme bozukluğu, trichotillomani ve ekskoryasyon bozukluğu gibi OKB ile benzer semptomlara sahip olan OK ile ilgili diğer bozukluklar, tekrarlayan davranış ve tepkilerin varlığıyla birlikte benzerlik gösterir.


Psikanalitik bir bakış açısından obsesyonel nöroz, bir kişinin zihninin istemediği ancak kontrol edemediği imgeler, fikirler veya düşüncelerle dolu olduğu bir durum olarak tanımlanabilir. Kişi asla zihnini sakin ve net tutamaz ve bu istenmeyen fikirler, onları durdurma çabasına rağmen orada kalır. Fikirler sonunda hastayı kısıtlar, çünkü kontrol edilemezler. Psikanalizin tarihinde, obsesyonlar yalnızca mevcut semptomlar yerine yüzey mekanizmasına bakılarak DSM'den farklı şekilde tanımlanır.


Pierre Janet ve Sigmund Freud'un çalışmaları obsesyonları nevrasteni'den ayırır, ve Freud kavram üzerinde detaylı çalışmaya devam eder (Berrios, 1989). Freud, obsesyonların id ve süper ego arasındaki çatışmaların uyumsuz tepkileri olduğuna inanır. Freud obsesyonlar hakkında sınıflandırmalar ve tanımlamalar yaparken, Jacques Lacan da aynı kavram üzerinde çalışır ve yazar. Lacan, obsesyonel nörozun semptomları hakkında benzer düşüncelere sahiptir ve bunu bir nöroz parçası olarak görür. Ancak, bunun belirli kısımları hakkında farklı düşüncelere sahiptir.


Sigmund Freud'un obsesyonel nöroz hakkındaki düşünceleri, başlangıçta 1894 yılında yayımlanan ve esas olarak histeri üzerine kurulu olan "The Neuro-Psychoses of Defence" adlı kitabında görülür (Freud, 1894/2014). Freud, obsesyonel nörozun iki ana savunma mekanizmasından "İsteklerin, Semptomların ve Anksiyetenin Engellemeleri" (1926) hakkında konuşur. İlk olarak, geri alma, sembolik olan ve zıddını temsil eden bir motor eylem sunarak bir şeyi tersine çevirmeyi tanımlar. Bazı dini ritüeller, gelenekler ve sihirli uygulamalarla ilişkilendirir. İkincisi ise izolasyon olarak tanımlanan, hoş olmayan bir olaydan sonra gelen bir duraksamadır. Duraksama, ilerideki eylemleri mümkün kılar ve düşünce akışında bir kesinti olmasını sağlar. Düşünce zincirindeki kesinti, diğer düşüncelere bulaşmasını sağlamak için yapılır.


Lacan obsesyonun yapısına ilgi duyar ve Freud'dan farklı bir görüş sunar. Freud'un yaklaşımlarına ve tarzına geri dönülmesi gerektiğine inanır, ancak onu yetersiz bulur ve obsesyonel nörozun mekanizmasını ve yapısını tanımlar. Obsesyonel nörozun birçok varyasyona sahip olması ve sentez yapmanın gerçekten zor olması nedeniyle obsesyonel nörozun anlaşılmasının çok zor olduğunu düşünmektedir. Burada, Freud'un çalışmasını eleştirir ve çabalarının yetersiz olduğunu iddia eder (Lacan, 1998). Belki de bu yüzden, Freud'un ödipal döneme aşırı vurgu yapmasını önerir ve obsesyonların ortaya çıkmasındaki önemini sorgular.

 
 
bottom of page